BirGün’den Meltem Yılmaz’ın haberine göre; 2016 yılında MR görüntülemede OECD Ülkeleri ortalaması 1000 kişide 57 iken, Türkiye’de 1000 kişide 157 kişi. Türkiye, MR görüntülemede dünya birincisi. Yine bilgisayarlı Tomografide OECD ortalaması 147 iken Türkiye 188 ile dünya yedincisi. Türkiye, cihaz başına sayısal değerlerde de açık ara önde. Cihaz başına düşen görüntüleme sayısında OECD ülkeleri ortalama MR sayısı 5.125 iken Türkiye’de 14 bin 992 ile yine dünyada birinci sırada. Toplam radyolojik görüntülemelerde de aynı tabloyu görmek mümkün: 2016 yılında toplam 12.533.666 adet MR, 14.967.538 BT, 27.864.288 Ultrason, 13.575.412 Renkli Doppler Ultrasonografi ve 2.017.300 adet Mamografi çekilmiş. Bu rakamlara, yılda 120 milyon acile başvuru da eklenince Türkiye’nin hasta insanlar ülkesi görüntüsü net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Türkiye’de son yıllarda, kamu hastaneleri ve özel hastanelerde radyolojik görüntülemede patlama yaşanıyor. Radyolojik görüntüleme istatistiki sonuçları bu durumu net olarak ortaya koyuyor. Buna göre, Türkiye, MR görüntülemede yılda 11 milyon ile dünya birincisi, bilgisayarlı tomografide de dünya yedincisi. Bu alandaki “liderliğin” gerisinde iki ana neden var. Birincisi, kamu hastanelerinin özel sektör ile yaptığı hizmet alımı sözleşmesi. MR’ı cihazlarının fiyatı 1 ila 3 milyon dolar arasında olduğu için, kamu hastaneleri bunları satın almak yerine, MR’i satan şirketle hizmet alımı şeklinde anlaşıyor. Bir başka ifadeyle hastaneler, MR cihazlarını özel şirketten kiralarken, o şirkete belli bir kotayı dolduracağını vadediyor. Dolduramazsa, hastane şirkete ceza ödüyor. Bu nedenle de hastane yönetimi, hekimleri gereğinden fazla tetkik istemeye yönlendiriyor.
Türkiye’nin MR çekiminde dünya birincisi olmasının bir diğer nedeni de, yanlış sağlık politikalarının bir sonucu olan “performans sistemi”. Performans sisteminde günde 80-100 arası hasta bakmak zorunda kalan hekim, her bir hastaya ortalama 5 dakika ayırabiliyor. Normal tıp uygulamasında öykü ve fizik muayene ile yüzde 70 oranında doğru tanı konurken, mevcut sistemde hastaya zaman ayıramayan hekim, hastanın öyküsünü dinleyemiyor ve gerekli fizik tedavisini yapamıyor. Dolayısıyla, kafasında bir ön tanı oluşturmaksızın hastayı doğrudan laboratuvar tetkiklerine, yani kan tahlili ve röntgen çekimine gönderiyor.
Tüm bu nedenlerin sonucunda çekilen gereksiz röntgenler nedeniyle yalnızca Sosyal Güvenlik Kurumu büyük zarara uğratılmakla kalmıyor, aynı zamanda ve daha önemlisi röntgen ışınlarına maruz kalan kişide kanser riski oluşuyor. Biz de, gereksiz röntgen çekimi alanında neler yaşandığını araştırdık ve çarpıcı sonuçlarla karşılaştık.
Baştan aşağı röntgen
BirGün’ün ulaştığı raporlara göre, yakın zaman önce düşme sonucu dizini incitme şikâyetiyle hastaneye giden bir kadın hastaya, 27 adet röntgen çekildiği görülüyor. Uzman hekimlerin belirttiğine göre yalnızca diz bölgesi filmi yeterli olacak bir hastanın boynundan başlayıp ayak bileğine kadar, tüm vücuduna röntgen çekilmiş. Benzer şekilde, ayağını burkma şikayetiyle hastaneye giden bir başka hastaya, kalça, bel ve kafa dahil olmak üzere, toplam 12 adet röntgen çekildiği görülüyor.
Bir başka anne de, okuldaki kapının camlı bölgesindeki camın düşmesi sonucu elinde ve kolunda yüzeysel kesikler oluşan oğlunu, 22 Eylül 2016 tarihinde bir hastanenin acil servisine götürdüğünü, oradaki doktorun çocuğu önce elle muayene ettiğini, sonra spot altında incelediğini, yüzeysel kesik olduğunu ifade ettiğini ancak “yine de röntgen çekilsin” dediğini belirterek, 9 yaşındaki çocuğa önkoldan iki yönlü, ve elden iki yönlü olmak üzere toplam 4 röntgen çekildiğini anlatıyor. Bir başka ifadeyle başı ağrıyana da, üşütene de röntgen çekiliyor.
Teşhisi, hastayı görmeyen uzman koyuyor
Öte yandan, hemen bütün kamu hastaneleri ve özel hastanelerde görüntüleme hizmetleri özelleştirildiği için, çekilen MR ve tomografinin yorumlanmasını, röntgen şirketinin anlaşmalı doktorları yapıyor. Bu doktorlar çoğu zaman, hastane dışında ve hatta şehir dışında ikamet eden uzmanlar oluyor. Dolayısıyla, hastanın görüntüleme sonuçlarını, onu hiç görmeyen ve hasta hakkında hemen hemen hiçbir bilgisi olmayan radyoloji uzmanları yapıyor. Bu şekilde de, tetkik isteyen doktor ile yorumlayan doktor arasında bilgi alışverişi olmadığından, raporlamalarda çoğu kez yanlış sonuçlar, yanlış tanılar çıkıyor.
“Yüzde 90 gereksiz tedavi yapılıyor”
İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Samet Mengüç, “genel cerrahi uzmanı olarak her gün karşılaştığım meme, tiroid, hemoroid ve gastrointestinal sistem hastalıklarının büyük bir kısmında aşırı teşhis ve aşırı tedavilerin yapılabildiğini rahatlıkla söyleyebilirim” diyerek, şöyle konuşuyor: “Örneğin doğurganlık dönemindeki hemen her kadında olabilen, zaman zaman aylık hormonal döngünün belirli dönemlerinde memede ağrı, hassasiyet artışı ile seyreden ve tamamen fizyolojik diyebileceğimiz meme kistlerinde çok net olarak aşırı teşhis ve tedaviyi görmekteyiz. Aylık, 3 aylık, 6 aylık, 1 yıllık görüntülemelerle takip edilen bu kişilerin belki de yüzde 90’ı asla yakın takip gerektirmediği halde yakın takiplere alınmakta ve hatta gereksiz cerrahi müdahaleler yapılmaktadır. Kişilerde oluşturulmuş olan bu aşırı teşhis ve aşırı tedavi talebini karşılamayan hekimler olumsuz ve iyi olmayan hekimler olarak lanse edilmektedir.”
***
Sayılar dudak uçuklatıyor
2016 yılında MR görüntülemede OECD Ülkeleri ortalaması 1000 kişide 57 iken, Türkiye’de 1000 kişide 157 kişi. Türkiye, MR görüntülemede dünya birincisi. Yine bilgisayarlı Tomografide OECD ortalaması 147 iken Türkiye 188 ile dünya yedincisi. Türkiye, cihaz başına sayısal değerlerde de açık ara önde. Cihaz başına düşen görüntüleme sayısında OECD ülkeleri ortalama MR sayısı 5.125 iken Türkiye’de 14 bin 992 ile yine dünyada birinci sırada. Toplam radyolojik görüntülemelerde de aynı tabloyu görmek mümkün: 2016 yılında toplam 12.533.666 adet MR, 14.967.538 BT, 27.864.288 Ultrason, 13.575.412 Renkli Doppler Ultrasonografi ve 2.017.300 adet Mamografi çekilmiş. Bu rakamlara, yılda 120 milyon acile başvuru da eklenince Türkiye’nin hasta insanlar ülkesi görüntüsü net bir şekilde ortaya çıkıyor.